18 Eylül 2009 Cuma

HİKMET : 10

Ameller bir takım sûretlerden ibarettir.
Bunların ruhları ise içlerinde ihlas sırrının bulunmasıdır.

Her sâlikin ihlası kendi makam ve rütbesine göredir. Ebrâr zümresinden olanın, ihlas dere­cesinin müntehası ve amellerinin celî vasfı her türlü riyâdan sâlim olmasıdır.
Ebrâr zümresinden bulunmakla güzel ve iyi işlerinde halkı nazarından çıkarmakla beraber kendi nefsini görmesi ve ona itimat etmesidir.
Ebrâr zümresinden ilerleyip de Mukarribin mertebesine varınca bu mertebedeki ihlas:
Bütün hareketlerinin Hakk’ın havl ve kuv­vetiyle olduğunu müşahede etmekle beraber kendi nefsinde hiçbir havl ve kuvvet göremiyeceğinden tevhid ve yakîn yolunda bulunmuş olacaktır.
Şeref ve celâlet itibariyle her iki makamın aralarındaki fark anlaşılmış oluyor.”


Ebrâr : (Berr. C.) Özü sözü doğru olanlar, hamiyetliler. Sâdıklar. İyiler.
Celî : Parlak, açık, âşikâr, meydanda. * Kur’ân harfleri ile yazılan bir çeşit yazı.
Mukarrib: Takrib eden. Yaklaştıran.
Celâlet : (Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım. * İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi.

HİKMET : 9

Sâliklerin işliyecekleri işlerin değişik olması ahvalin vâridatındaki değişiklikten ileri gelmektedir.

Ahvalin vâridatı: Rabbanî maârifin ve ruhanî esrarın gönüllerde tecellî etmesidir.
Bu teceli­lerden övülmeye değer güzel sıfatlar belirmektedir.
Bunlardan kimi üns'i, kimi heybet'i, kimi kabz'i
ve kimi bast'i ve böylece muhtelif hâlleri ve güzel sıfatları getirmektedir.
Bu vâridat türlü türlü olunca bunların iktiza eyledikleri güzel sıfatlar dahi o nisbette türlü türlü olur.
Zâhîri ameller
Daima gönüllerin bâtın hâllerine bağlıdır.”

Sâlik : (Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden. * Bir tarikat yolunda olan.
Ahval : Hâller. Vaziyetler. Oluşlar.
Vâridat : (Vâride. C.) Kâr, gelir. * Vârid olan. Bir kimseye veya hazineye ait gelir ve paralar. * Hatıra gelen, içe doğan.
Üns : Alışkanlık, alışma. * Arkadaş. Hemdem.
Heybet : Hürmetle beraber koruk hissini veren hâl. Sakınıp korkulacak hâl. Azamet.
Kabz : Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk.
Bast : Genişlemek, açmak, yaymak. * Bir şeye el uzatmak. * Sevindirmek. * Bir mecliste haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak. * Özür kabul etmek. * Kaplamak. * Tas: Allahın cemâl tecellisiyle kalbin sükûn ve huzur içinde ferahlaması.
İktiza : Lâzım gelme, gerekme. * Lâzım, ihtiyaç. Gerek. * İşe yarama.

HİKMET : 8

Hak Taâlâ'nın kendini sana bildirmek için fütuhatı yüz gösterince yapmakta olduğun ibâdetler gibi güzel işlerinin de azlığına bakma!
Çünkü futuhatının yüz gösterişi; ancak kendini sana bildirmek içindir.
Bilmiyor musun ki, kendini sana bildirmesi lütfunu da ihsan eden odur.
Amel ve ibâdet gibi güzel işleri ona hediye eden sensin.
Hâlbuki ona hediye eylediğin nerede?
Onun sana ihsan eylediği nerede?

Futuhat : (Fütuh. C.) Fetihler, zaferler, galibiyetler.

HİKMET : 7

Zamanı tâyin edilmiş olsa bile vadedilen bir şeyin vuku’ bulma­ması, seni şek ve şüpheye düşürmemelidir.
Çünkü şek ve şüpheye düşmek kalbin basiretine sataşmak ve içindeki sırrın nurunu söndürmektir.

Olabilir ki va’d edilenin vuku’u: Hakk’ın ezelî bilgisinde bazı şeylerin vuku’una bağlı olur ve böyle olduğunu kabul bilemez.
Kul, kulluğunun kadrini bilmeli ve Mevlâsına karşı şek ve şüpheye düşmemeli itikadı sarsılmamalıdır.
Basiretinin selâ­metine ve içindeki sırrın nurlu kalmasına dikkat etmelidir.”

HİKMET : 6

Dilek dualarında ısrar etmekle beraber dileklerin gecikmesi de ümidini kırmamalıdır.
Allah, dilek dualarının kabul oluna­cağını vaad buyurmuştur ama O’nun icâbet buyu­racağı dua ancak senin için beğeneceği âkibet olup yoksa senin kendi nefsin için beğeneceğin dilek olmıyacaktır.
Sonra vereceğini de kendi istediği zamanda verecek, senin istediğin zamanda ver­miyecektir.

Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme -gireceklerdir.” (Mü’min 40/60)

Benden dileyiniz, kabul edeyim, âyeti gereğince Allah dilekleri kabul edeceğini vaad buyurmuştur.
Dilek dualarının husulünde acele etmemelidir.

Peygamberimiz de :
Herhangi biriniz acele etmedikçe dileği kabul olunacaktır.” şerefli hadisiyle acelede bulunmaktan nehyetmişlerdir.

Musa ve Harun Peygamberler aleyhimesselâm Firavun ve kavmi iman etmeyince haklarında :

Musa dedi ki: Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri), insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler, diye mi (verdin)? Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver (ki iman etsinler).” (Yûnus 10/88)

Ya Rabbi mallarını batır ve kalbleri üzerindeki bağları sıkıştır. Bunlar çetin sancılı azab görme­dikçe iman edici değillerdir!” diye beddua etmişlerdi.

Bu dileklerine karşı :

“(Allah): İkinizin de duası kabul olunmuştur. O hâlde siz doğruluğa devam edin ve sakın o bilmezlerin yoluna gitmeyin! dedi.” (Yûnus 10/89)

“Dilekleriniz hakikaten kabul ve mücâb oldu. Müstakim olunuz. Bilmiyen­lerin yollarına uymayınız!” âyetiyle Firavun ve kavminin helâkları arasında kırk sene geçmiş idi.
Ebül Hasan Ali Şâzelî : “Müstakim olunuz, istical etmeyiniz ve bilmiyenlerin yollarına uymayınız!” hitabı istical edenlerden kinayedir.” buyurmuşlardır.

İcâbet : Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
Müstakim : (Kıyam. dan) Doğru, istikametli. * Eğri olmayan, düz, dik. * Hilesiz, temiz.
Mücâb : Cevabı verilmiş olan. Kabul cevabı almış olan. * Duası, istediği kabul edilen.
İstical : Sonraya bırakılmasını istemek.

16 Eylül 2009 Çarşamba

HİKMET : 5

Karşılık ve kefâletle sana verile­cek bir şey için gücün yettiği kadar çabalamak ve senden istenileni geri vermekte savsaklamak basiret gözünün körlüğüne delildir.

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyâ 51/56)

Mukaddes kitabımızda : Cin ve insi ancak ibâdet etmeleri için yarattım buyuruyor.
Yaşamak için muhtaç olduğu­muz rızkımızı vereceğini tekeffül etmekle beraber bizleri kendine yaklaştıracak ve ilâhî kudsal rızasına kavuşturacak ibâdetlerin enva’ına devam ve mülâ­zemeti emrediyor.
Bizden istediği ruhlarımızı besli­yecek ibâdetlerin enva’ıdır. Cisimlerimizi besleyecek erzakın verileceğini tekeffül etmiştir.
Basar, hisse­dilen şeyleri gördüğü gibi,
Basiret dahi kalbin manevî işleri görmesidir.
Basiret'in körlütü, Ba­sar’ın körlüğünden daha acıklıdır.

Tekeffül : Boynuna almak. * Birine kefil olmak. Kefâlet etmek veya vermek.
Enva’ : (Nev'. C.) Neviler, çeşitler, türler.
Mülâ­zemet : Devamlı bir işle meşguliyet. * Sımsıkı bir işe bağlılık. * Staj görme. * Gidip gelme.
Erzak : (Rızık. C) Rızıklar. Azıklar. Yiyecek içecek maddeler. İhtiyaçlar. Maddi, mânevi muhtaç olduğumuz şeyler.

HİKMET : 4

Kendi kendine tedbir yapmakla uğraşmaktan nefsini dinlendir.
Senin yerine başkasının yaptığı işi sen kendi nefsin için yapmaya uğraşma!

Dünyada yaşamak için insanın muhtaç ol­duğu rızkın husulüne çalışmak:
Gerçek velilere göre boşa giden bir harekettir.
Çünkü yaşamak için zâhirî olan şeyleri Hak Taâlâ vereceğini yere basıp yürüyen ve rızkını beraber taşıyan herhangi bir mahluku ve sizi Allah rızıklandırır, âyeti gereğince her mahlukun rızkını Allah, üzerine almıştır.
Nice canlı var ki, rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızık veren Allah'tır. O, her şeyi işitir ve bilir.” (Ankebut 29/60)

Rızık için çalışmak ve tedbirlerde bulun­mak beyhude yorgunluktur.
Büyük mutasavvıf­lardan Sehl-i Tüsterî :
“Tedbiri bırakın; halkın yaşayışlarını bulandırır!”demiştir.

Tedbir : Bir şeyi te'min edecek veya def' edecek yol. * Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine uygun hareket, riayet. * Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık.

HİKMET : 3

En ileri ve keskin himmetler bile kaderlerin etrafını çevreliyen surları delemez.

Kaderler iki kısımdır:
Birinci kısım kaderler:
Zuhura gelmesi bazı hususların oluşuna bağlı olanlardır ki, bunlar da;
Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.” (Ra’d 13/39) âyeti gereğince Allah dilediğini mahveder, dilediğini isbat eder.

İkinci kısım kaderler:
Tebdil ve tagayyürden mahfuz bulunan ve “kalem-i âlâ” ile “levh-i mahfuz”da yazılı olanlardır ki bunlarda hiçbir değişiklik olamaz.
Âyetin sonunda : “Ana kitab Allah’ın indindedir” cümlesi ile bu kısma işaret buyurulmuştur.

Sur : Bir şehri kuşatan yüksekçe kale duvarı. Yüksek duvar. Kale. Hisar.
Tebdil : Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek.
Tagayyür : Değişmek. Başkalaşmak. * Bozulmak. Renk değiştirmek.
Mahfuz : Bütün rüzgarlara kapalı olan ve her türlü hâllerde emniyet ile barınmağa müsâit bulunan limanlar.
Kalem-i âlâ : Yüce kalem..
Levh-i mahfuz : Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.

HİKMET : 2

İçinde yaşadığın sebebler âleminde iken tecrid âlemine geçmek isteyişin bu âlemden gizlice
hoşlandığın içindir. Yaşadığın tecrid âleminde iken sebebler âlemine geçmek isteyişin de yüksek bir himmet mertebesinden aşağı düşmektir.

Hak yolunda gidenler iki kısımdır.
Biri tecrid ehli kimseler diğeri de sebebler durumunda bulunanlardır.
Tecrid ehli olanlar yaşamak için insanın muhtaç olduğu rızkın husulüne çalışmayı terk edib Rezzak-ı Taâlâ'ya tevekkül ile Hakk’ın manevî yakınlığına erişecek taât ve ibâdetlere devam eyliyenlerdir.
Sebebler durumunda bulu­nanlar; yaşamak için muhtaç oldukları rızkın tedârikinde, alışverişte çalışan kimselerdir.

Tecrid âleminde bulunanların mertebeleri daha yüksek olduğu halde bu âlemde iken alışveriş gibi vesile­lerle sebebler âleminde bulunmak istediğinin gizli bir hoşlanma eseri olduğunu söylüyor.
Bu halin bir hoşlanma oluşu: Hakk’ın muradı üzere bulunduğu âlemde kalmak istemediğindendir.
Gizli olması dahi yüksek bir âlemde bulunmak isteğidir.

Tecrid mertebesi Hakk’ın has kulları mertebesidir.
Böyle yüksek bir mertebede iken daha aşağı bir mertebenin istenmesi yüksek bir himmetten aşağı düşmek olacağı şüphesizdir.
Himmet: Kalbin ahvalinden bir hâlettir.
Kuvvetli bir irade ve içten gelen şiddetli bir istek herhangi bir maksada yöneltilecek olursa Allah'ın izniyle o işin başan­lacağı muhakkaktır.
Böyle bir himmet maksada göre vasıflandırılır.

Tecrid : Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek.
Himmet : Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.

HİKMET : 1

Hak yolunda yürüyen bir kimsenin namaz, niyaz gibi iyi ve güzel amellerine güvenmesinin âlâmeti (böylece devam edib giderken cereyan eden ilâhî kaderler icâbiyle ayağını sürçüp de) bir günah işlediği zaman niyazının eksik oluşudur.

Bu hikmet:
Hak yolunda yürüyenlerin du­rumlarında derecelerini ölçecek pek önemli bir ölçüdür.
Niceleri namaz ve niyaz gibi güzel işlere devam ve mülâzemetle bunlara karşı mukaddes kitabımız ve şerefli hadislerin vaad buyurdukları cennet nimetlerine kavuşmak ve cehennemin aza­bından kurtulmak umudunu beslerken, Kaderi icâbı ayakları sürçerek bir günah işledikte umduklarına bir fütur arız olur, yapmakta oldukları ibâdet­lerinde gevşeklik başlar.

Daha yüksek niyet ve durumda bulunanlar ise yapmakta oldukları ibâdetleri; Hakk’ın emrini yerine getirmek ve yalnız rızasını kazanmak için yaparlar.
Başka hiçbir karşılık niyetiyle yapmazlar ve yapmakta oldukları bu güzel ve iyi işler gözlerine asla görünmez. Böyle bir durum: Ancak Ârif ve Âşıkların durum­larıdır.

Mülâzemet : Devamlı bir işle meşguliyet. * Sımsıkı bir işe bağlılık. * Staj görme. * Gidip gelme.
Fütur : Yeis. Ümidsizlik. Usanç. * Zaaf. * Keder, gam. * Gevşeklik.

ÖNSÖZ

ÖNSÖZ

Atâullah İskenderî’nin ölüm tarihi: 19 Kasım 1309 M.- 707 H.
Tercümesini sunduğumuz vel-Hikem-ül­-Atâiyye” hicrî sekizinci asrın ilk yıllarında, kuvvetli bir rivâyete göre 707 tarihinde Mısır'da vefat eden İskenderiyeli Tacüddin Ahmet Atâullah'ın eseridir.
Doğum tarihini tesbit edemediğimiz müellif, Şâzelî tarikatının büyük üstadı Ebu’l- Hasan Ali’ nin (vefatı: 657 hicrî) tilmizlerinden Endülüslü Ebu’l- Abbas-i Mürsî'den ve daha sonra Yakut-i Arşî'den feyz almış sayılı tasavvuf eren­lerindendir.

Şark ve Garb İslâm âleminde büyük bir alâka toplayan bu eser hicrî yedinci asırda en revnaklı çağını yaşıyan Şâzelî tarikatı ocağının ahlâk ve irfan muhiti içinde yetişen Tacüddin Atâullah’ın adını tasavvuf tarihinde ebedîleştirmiş, birçok âlim ve mutasavvıflar tarafından şerh ve izahları yapıl­mıştır.

Tabakat-ı Kübra müellifi Abdü’l- Vahhabi Şâranî'nin hayat ve mazhariyetlerini yüksek bir saygı ile andığı Ebu’l-Hasan Ali Şâzelî şüphe yok ki Mağrib diyarının yetiştirdiği en büyük sofilerdendir.
İslâmiyetin geniş ülkelerde yayılıp geliş­mesinde onun kurduğu tarikat ve bu tarikatın fedâkâr mücahitleri büyük roller oynamıştır.

Ebu’l-Hasan'ın tilmizleri arasında yüce mertebelere erişmiş olan Mürsîyeli Ebu’l-Abbas ve Yakut-i Arşî gibi üstadlar bu tarikatın manevî feyzini Afrika çöllerine kadar yaymakla beraber tasavvuf tarihine de değerli armağanlar verdiler.
Bu iki üstadın terbiye ve irşadı ile yetişen Tacüddin Atâullah da üstadları derecesinde bir şöhret ve itibar kazanmıştır.

Tabakat-i Kübrâ müellifi, Tacüddin Atâullah'ın “Hikem = Hikmetler” adlı eserinden başka Sofiyye ahlâkı ve irfanına dair “Kitabü’t- Tenvir fi İskati't- Tedbir” ve Tabakat = Biyografiye ait “Letaifü’l-Minen” ve daha başka eserlerin müellifi olduğunu ve Tabakat-i Kübra'da Ebu’l- Hasan Şâzelî'nin Hal tercümesini Letaif-ül-Minen'den iktibas ettiğini söyler.

Tam ve izahlı bir tercümesini verdiğimiz “Hikem-i Atâiyye” tasavvuf akidelerini açık ve beliğ birer vecize halinde telkin eden zühdî ve tâlimî bir eser olmakla beraber çeşitli mecâz ve istiarelerle bizi İlâhî hakikatler alanında dolaş­tıran bir meş'ale gibidir.
İçinde sıraladığı hikmet incileri bazan birbirine bağlı nükteler, bazan garib tezadlarla dolu muammalı işaretlerle Vahdet-i Vücud felsefesinin ana fikirlerini ve ilâhî vecdini aksettirmektedir.
Müellif bu hikmetlerde muhtelif makam ve mertebelerdeki görüşleri karşılaştırmak sûretiyle bunlardaki zâhîri tezâtları hakikatın ışığı altında aydınlatmakta, her makamdan, her merte­beden konuşarak İlâhî Şühûd'a yükselmektedir.
Herkes bu sözlerden istidadı nisbetinde bir hisse bulur.
Biz eseri Türkçeye çevirirken gâyet geniş tevil ve tefsirlere yol açan bu irfan vecizelerinin sadece kuru bir tercümesini meydana getirmekle maksadı temin edemeyeceğimizi düşündük.
Çünkü eserde son derece bir îcaz ve belâgat sanatı hâkimdir.
Tasavvuf müntesibleri arasında özel bir mânâ taşıyan bazı terim ve deyimlerin anlaşıl­masını kolaylaştırmak için her vecizenin altına mevzu ile ilgili bazı izahlarda bulunmayı faydalı gördük.
Ancak bu izahların yardımı iledir ki, tercümenin daha geniş bir kütleye hitab edebilmesi mümkün olacaktır.

Şu mütalâamızı teyid için Hikem-i Atâiyye metni üzerinde yedi asırdan beri değerli İslâm bilginlerinin çeşitli görüşlerini belirten şerh ve izahlardan bir nebze bahsetmek isteriz:

1 - Ulemâdan Şahabüddin Ahmed bu eseri on beş defa okutmuş, her defasında birer şerh yazmış, fâkat her birinde başka başka anlayışlara varmıştır. Bunlar arasında üç şerhin pek muteber sayıldığı anlaşılıyor.
2 - Şâzelî erenlerinden Endülüslü Muham­med bin İbrahim bin Abbadü'r-Ründî tarafından geniş bir şerhi yapılmıştır.
3 - Ali bin Muhammed-ün-Neferî tarafından ayrıca şerh ve tavzih edilmiştir.
4- - 903 hicrî yılında vefat eden ulemâdan Aksaraylı Ebittayyip İbrahim bin Mahmud tara­fından şerh edilmiştir.
5 - Sâfiyyüddin bin Elmevahib şerhi.
6 - 971 hicrî yılında vefat eden ulemâdan Halebli Muhammed bin İbrahim Hanbelî şerhi.
7 - Mısırlı Halvetî şeyhlerinden Abdü'r­-Rauf-ül-Menavî şerhi “Dürer-i Cevheriyye” adiyle
8 - Mısırlı Abdullah-i Şarkavî şerhi.
9 - 1305 yılında vefat eden Göriceli “Vâridat-i Kübra” ve “İnsan-i Kâmil” mütercimi mer­hum Ali Urfî tarafından da Türkçeye bir tercü­mesi yapıldığını Bursalı Tâhir bey Osmanlı Müel­lifleri'nde kaydetmektedir.
Yukarıda sözü geçen bu şerh ve tercümeler­den hususî kütüphanemizde bulunan Endülüslü İbn-i Abbad Ründî ile Mısırlı Abdullah-i Şar­kavî'nin şerhlerinden çok faydalandığımızı da bil­hassa şükranla yâd etmek isteriz.
Millî Eğitim Bakanlığının yüce tensibleriyle tercümesi tarafıma havale edilen bu eseri daha önce Şark İslâm klâsikleri arasında tercüme ettiğimiz İbrahim Fahrüddin Irakî'nin “Lemeat”ı ile Şeyh-i Maktul’ün “Heyakilü'n- Nur” adlı eseri gibi meslekî müktesabatımın bahşettiği imkânlar içinde anlaşılabilir bir hale getirmek için hayli uğraştım.
Zaman zaman geçirdiğim rahatsızlıklarla biraz gecikmiş olan Hikem-i Atâiyye tercümesi için bir yıldan fazla uğraşmak zârureti hasıl oldu
Bütün gayretime rağmen vuku’a gelmiş olması pek muhtemel bulunan beşerî hataların sayın okurlarca müsamaha ile karşılanmasını dilerim.
Bu tercüme ile mânevî alanda feyz ve irşad bekliyen memleket gençliğine naçiz bir armağan sunabildimse ne mutlu

Saffet Kemâleddin YETKİN
(Eski Urfa Milletvekili)

HAYATI

İBN-İ ATÂULLAH

Evliyânın büyüklerinden.
İsmi Ahmed bin Muhammed'dir.
İbn-i Atâullah İskenderî, Tâcüddîn-i İskenderî adlarıyla meşhûr olmuştur.
Mâlikî mezhebi âlimlerinin ve Şâzilî tarîkatının büyüklerindendir.
1309 (H. 709) senesinde Mısır'da vefât etti.
Kabri, Karâfe Kabristanındadır.İbn-i Atâullah hazretleri, Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî ile Yâkût-i Arşî'den ilim öğrenip feyz ve bereketlerinden istifâde etti.
Tasavvufta Ebü'l-Abbâs Mürsî hazretlerinin sohbetlerinde kemâle erdi.
Tefsîr, hadîs, fıkıh, nahiv, usûl ve benzeri ilimlerde söz sâhibi olan âlimlerden oldu.
Kâhire'de yerleşerek, insanların doğru yola gelmesine, Cehennem'den kurtulmasına vesîle olmak için çok çalıştı.
Allahü teâlânın emirlerini bildirmek ve yasaklarından sakındırmak için, insanlara devamlı vâz ve nasîhat ederdi.
Zamânını, öğrendiği bütün zâhirî ilimleri ve Allahü teâlâyı tanımak için lüzumlu olan mârifet bilgilerini insanlara öğretmekle geçirirdi.Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mübahların bile fazlasını terk eder, dünyâ malına hiç meyletmezdi.En meşhûr talebesi Ebü'l-Hasan-ı Sübkî'dir.
Hikem-i Atâiyye, Letâif-ül-Minen kitapları ile İbn-i Teymiyye'ye yazdığı reddiye çok meşhûrdur.İbn-i Hümâm, kabrini ziyâret edip, Hûd sûresini okudu:
"Bir kısmı şakî bir kısmı saîddir." meâlindeki âyete gelince, kabirden kendisine yüksek sesle: "Ey Kemâl, bizde şakî yoktur." sesini duydu. Bunun üzerine vefât ettiğinde burada defnolunmağı vasiyet etti.Abdülvehhâb-ı Şa'rânî, İbn-i Atâullah için : "Onun kıymetli sözlerinden daha mânâlı bir söz işitmedim. Kendi görüşünde olmayanlar bile, onun söylediklerinde bir hatâ ve kusûr bulamazlardı. Allahü teâlâ ondan râzı olsun." derdi.

EL- HİKEMÜ’L- ATÂİYYE

EL- HİKEMÜ’L- ATÂİYYE

TAKDİM

Tâcüddîn Atâullah İskenderî (ks)

Anadolumuzda tasavuf âleminde “Hikmetler” denilince Ahmed-i Yesevî (ks) akla gelir.
Bir de Tâcüddîn Atâullah İskenderî (ks) nin “El- Hikemü’l- Atâiyye” sindeki hikmetler dilden dile gönülden gönüle akıp gelmiştir.
Bizler tasavuf ilminin öğretimi ve edebinin eğitiminde hikmetlerin önemini bilmekteyiz.
El- Hikemü’l- Atâiyye 19.07.1962 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Saffet Yetkin’ e tercüme ettirip çok az sayıda bastırmıştır.